Bir insan neden maraton koşar? Henüz bu soruya cevap bulamadım. Peki bir başka soru: neden sevdiği ile beraber maraton yollarına düşer? Cevap basit: Macera, adrenalin, ve tabii ki kaçınılmaz bir sınav… Hem bedeninize hem ilişkinize!
Geçtiğimiz hafta sonu sevgilim ile birlikte Lizbon Maratonu’nda kendimize göre bir parkura, yarışa katıldık. Yanlış anlaşılmasın, kendimize göre olan bir parkuru tamamladık, tekrar edeyim de! Şimdi burada, 42 kilometre boyunca hiç durmadan şahlandığımızı iddia edecek değilim tabii. Nihayetinde, ne ben Kipchoge’yim ne de sevgilim bir atletizm harikası. Ama kendimize göre bir tempoyla, kan-ter-gözyaşı içinde bitiş çizgisine doğru ilerledik, bu kısmı doğru mu doğru.
Başlangıçta her şey çok romantikti. Öpüşüp koklaşıp başlayalım, dedik, ne de olsa aynı anda bitirmeyeceğimizi biliyorduk… Bu noktada yeni bir felsefi soru doğdu: "Aşk, hız farkını tolere edebilir miydi?" Cevaplamadık, öylece bıraktık…
Ama şunu da söyleyebilirim ki koşunun yalnızlıkla bir bağı var... Bunu bildiğimiz için birbirimizi özgür bıraktık. Hatta telefonlarımız da yanımızda değildi. Bu yüzden başlamadan önce hangi noktada buluşacağımıza karar verdik. O, hızını koruyarak ilerleyecek, ben de kendi tempomda devam edecektim. O, benden önce bitireceğinden, beni bitiş çizgisinde bekleyeceğine söz verdi…
Bir ilişkide biri daha hızlı gidebilir, diğeri biraz daha geride kalabilir. Olağan bulduk... Ama asıl önemli olan, sonunda buluşacağınız yerin belli olmasıdır. Sözler tutulduğunda, kimin önde veya kimin geride olduğunun hiçbir anlamı kalmaz. Böyle inandık.
Kilometreleri geride bıraktıkça bacaklarım isyan ediyor, ciğerlerim manifestosunu yazıyordu. Ama o son düzlükte gözlerimi ileri diktiğimde, sevgilimin tam söz verdiği yerde beni beklediğini gördüm. İşte orada, yorgunluğun ve bitkinliğin arasına muazzam bir duygu kokteyli açığa çıktı: biraz coşku, çokça güven ve tarifsiz bir huzur…
Bazı insanlar, bir ilişkiyi uzun mesafe koşusuna benzetir ya… Şimdiye kadar bana fazla klişe gelmişti ama sanırım bu yarışla birlikte biraz biraz hak verdim. Dedim ya; mesele ne kadar hızlı koştuğun değil, vardığın yerde kiminle buluştuğun... O an anladım ki aşk, bazen son kilometrede seni bekleyen o tanıdık yüzdür. Ve o yüzü görmek, tüm yorgunluğu unutturur.
Şimdi gelelim yarış sonrası gerçeğe: Ayaklarımız sızlıyor, kaslarımız tutuk, ama Lizbon’un en güzel kafelerinden birinde kahvemizi yudumlayıp birbirimize bakarken anlıyoruz ki bu sadece bir yarış değilmiş. Bu, belki de hayatta aynı yönde yürüyebildiğimizi, kimi zaman hızlarımız farklı olsa da aynı varış noktasına sahip olduğumuzu hatırlatan tatlı bir serüvendi.
Sevgilerimle,