Yıl 1974…
Garson Kanin’in Hollywood anılarından bir kesit…
“Irving Paul Lazar bir keresinde Jack L. Warner’a bir oyun satmak istiyordu. Onunla uzun bir toplantım vardı bugün, diye başlıyor söze Lazar… “Ama ona söyleyemedim, konuyu bile açmadım.” “Ben de iyi ama neden” diye sordum diyor Kanin... “Çünkü önümüzdeki değil, ondan sonraki hafta sonunu, yani Palm Spring’e gidişimi bekleyeceğim.”
“Anlamıyorum.”
“Anlamıyor musun? Her hafta sonu Palm Spring’e giderim, ama Warner bu hafta sonu gitmiyor. Bir tanıtım filmi mi ne varmış. O yüzden konuyu açmak için öteki hafta sonunu bekleyeceğim.”
“Irving, kafam gitgide karışıyor.”
“Bak,” diyor Irving sabırsız bir şekilde. “Ne yaptığımı biliyorum. Warner’a nasıl satış yapılacağını biliyorum. Bu onun biraz huzursuz olduğu bir konu, kabul almak için onu aniden ve sıkı bir şekilde yakalamalıyım.”
“Peki ama neden Palm Springs?”
“Çünkü Warner Palm Springs’ teyken her gün spaya gider. Ve bu sefer gittiği zaman ben de orada olacağım. Jack’le ilgili bir şey var. Seksen yaşında ve çok kendini beğenmiştir, kimsenin kendisini çıplak görmesini istemez. Bu sebeple spada onunla çıplakken karşılaşmayı planlıyorum, yani o çıplakken… Şey, tabii ben de çıplak olacağım, ama beni kimin gördüğü umurumda değil. Onun umurunda… Çıplakken onun yanına gidip ona bu işten söz edince çok utanacak. Ve benden kaçmaya çalışacak, bunun en kolay yolu da ‘evet’ demektir, eğer ‘hayır’ derse onun yanında kalıp bundan söz etmeye devam edeceğimi biliyor. O da benden kurtulmak için muhtemelen ‘evet’ diyecek.”
İki hafta sonra söz konusu senaryonun Warner Brothers tarafından satın alındığını gazetede okudum. Lazar’ a telefon edip bu işi nasıl başardığını sordum.
“Banyoda tam da sana anlattığım gibi oldu.” dedi.
Bazen şans yaver gider ve oyun, tam da kurulduğu gibi oynanır…
Taşlar, kağıtlar öyle bir dizilmiştir ki her hamle kendini gerçekleştirmek için sadece zamanını kolluyordur.
Kanin’ in Hollywood çevirilerinde bunun gibi daha birçok anekdot yer alıyor.
Ama görüyoruz ki oyun kurucu olmak veya kalabilmek her zaman mümkün olmayabiliyor.
Her el, yeni kazananları ve kaybedenleri getiriyor.
Bu ve benzeri hatıratlar kimilerine göre magazinsel boyutlarıyla dikkatleri üzerine çekerken,
Kimilerine göre de bir o kadar öğretici oluyor.
Şimdi düşünüyorum;
büyürken bize anlatılan masallarda sadece iyiler ve kötüler vardı.
Ama hayatla hemhal oldukça gördük ki işler o kadar da basit değilmiş…
İyiler içinde kötüler, kötüler içinde iyileri yakalayacağız derken işler karıştı da karıştı…
Kıssadan hisse;
Warner’a baktığımızda,
‘O’ tabii ki iyiydi…
Tabii ki başarılı, tabii ki güçlü…
Hatta belki Lazar’ın dediği gibi biraz da kendini beğenmiş…
Bir sohbette işitmiştim;
Hiçbir zaman başkasının size koyduğu etiketlerden ibaret değilsiniz,
Ama kendinize yapıştırdığınız etiketler de sizi -bütünüyle- yansıtmıyor…
Benim de demem o ki
Kendimizi ‘bildiğimiz’ veya ‘bilindiğimiz’ yönlerimiz yeri geliyor en kuvvetli kaslarımız olabiliyor evet ama yeri geliyor bizi zayıf da bırakabiliyor...
Hayat çıplak yakaladımı da
Lazar gibi, affetmiyor…
Zorunlu kabulleri bir bir sıralıyor önüne…
İşte bu sebeple,
Oyunun içinde oyun olmadan
Arada bir şöyle aynada kendi kendine çıplak bakmakta fayda olsa gerek…
Mümkünse başkasına yakalanmadan önce…
Sevgilerimle,