Merhaba, ben Başkan Adenauer!

post-title

Aydın Boysan bir kitabında, orta halli bir Amerikalı, kendi ülkesinin geleceğinden çok, dünyanın geleceğini merak eder, dünyanın geleceğine değin endişe duyar, diye yazmıştı.

Neden?

Çünkü, bir Amerikalı kendi ülkesinin geleceğine güvenle bakar…

Bununla beraber hepimiz biliyoruz ki,

O meşhur efsane misali; Amerika’da bir kelebek kanat çırpar ve o, tüm dünyanın rüzgarını belirleyebilir veya belirler…

Amerikan seçimlerinin yeni gelişmelerle, sıcak gündemden düşmediği şu günlerde,

Dost sofralarımızda bahsi geçen politik bir fıkranın, kıssadan hisse, çıkarımlarına  değinmek istiyorum….

İkinci Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünmüş Batı Almanya’nın başbakanı Adenauer… Federal Almanya Cumhuriyeti'nin ilk şansölyesi…

Yayınlardan ve kaynaklardan yola çıkarak bugün hala hayırlı bir kişilik olarak anıldığını söyleyebilirim.

Ardında çok sayıda olağanüstü yaşam sahnesi bırakmasının yanı sıra, son derecede akıllı ve kültürlü donanımıyla, unutulmayan bir kişilik olarak hem ülkesinin hem de dönemin tarihine geçtiğini görmek mümkün.

Elbette ki,

Böylesi kişiliklerin makbul olan sayısız özelliği vardır…

Ancak Adenauer’in öne çıkan bir özelliği var ki döneminde oldukça göze çarpmıştır.

Hazır cevaplılığı…

Verdiği demeçlerde bu yönünü rahatlıkla ortaya koyan Adenauer,

Fıkraya göre, bir gün;

Bir akıl hastanesine ziyarette bulunur. Hastalarla yalnız kalarak konuşmak tercih ettiği için yanına kimseyi almaz. Baş başa sohbette bulunduğu bir akıl hastasına kendisini tanıtırken,

-Merhaba, der.

“Ben Başbakan Adenauer’im.”

Ve hasta yanıt verir;

“Olabilir… Hastalık bende de böyle başlamıştı.”

İnsan bildiği yerden soru kaçırınca,

İster istemez, hal biraz komedize oluveriyor.

Tabii mizah da böyle bir şey zaten…

Bu cevap Adenauer’den gelseydi haber olmazdı…

Bir yandan da burada mizahın gücüne bir kez daha şahit oluyoruz gibi geliyor bana.

40lar, 50ler gibi böylesine karanlık dönemlere, tarihten yaprakları ayıklayarak da olsa gülümseyerek bakabiliyoruz.

Öteki türlü, salt acılarımızla yaşamak düşünülemezdi.

İkinci Dünya Savaşı ve sonrası şüphesiz ki tarihe kalıcı izler bırakmıştır.

Ama unutmamak da lazımdır ki

Bugün; fıkralarla, filmlerle, belgesellerde yad ettiğimiz, dünya açısından oldukça zorlayıcı olan bu tarihi kesitin yeşerttiği, bir o kadar da değerli isim ve beraberinde toplumsal hareket olmuştur.

Bu sayede yarınlara umutla bakabiliyoruz.

Ve biliyor musunuz?

Bana sorarsanız,

Tarih, tekerrürden ibaret değildir.

Hayır, asla değildir.

Ama bir şartla…

Ders almak lazım.

Çok üzülüyorum…

O kadar çabuk unutuyoruz ki…

Bireysel hayatlarımızda olsun, aile, iş hayatlarımızda olsun,

Bir şeyler oluyor, bitiyor ve kaldığı yerden devam ediyor.

Marifetmiş gibi…

Böylesi toplumların tarihi de unuta unuta,

Mecburen kaldığı yerden devam ediyor.

Biliyorum;

Hepimizin şikayet ettiği çokça şey var.

Gün aşırı yeni bir skandala uyandığımız günlerden geçiyoruz.

Duyuyoruz, görüyoruz.

Yeri geliyor itiraz ediyoruz, yeri geliyor edemiyoruz.

Olağandır…

Dünya üzerinde masalsı bir ütopyanın hüküm sürdüğü bir coğrafya tanımıyorum.

Herkesin koşulsuz, şartsız her meseleye kabulle baktığı…

Ne yazık ki bu böyle…

Ama inanmak istiyorum.

Olan her bir olayın bir görevi olduğuna kendimi inandırmak  istiyorum.

Zamanın ruhunda her şeyin bir yeri olduğuna…

Şerdeki hayra…

Umutla bakmak istiyorum…

Sevgilerimle,

E-Bülten

Aboneliği