“Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli
incecikten bir yağmurla karışarak.”
Bir kez daha Edebiyat öğretmenimi anmadan geçemeyeceğim. Bahsetmiştim… Hani beni Yaşamdan Dakikalar programı ile buluşturan…
Okumayı, başka dünyalara girmeyi, o dünyanın bir parçası olmayı hayal etmeyi çok severdim. Hala da öyle… Kelimeler benim oyun alanım. Vazgeçemeyeceğim bir uğraşı…
Benim liseyi okuduğum dönemde, okulumuzda, her edebiyat dersi için bir şiir hazırlığına girişmek gerekirdi. Öğrenciler arasında kuraya tabi olacak şekilde bir sıralama belirlerdik. Kimileri için -ne gerek var- diye bakılan bu ödev, benim için bir şenlik anlamına geliyordu.
Hatırlıyorum; sıra bana yaklaşırken aklımda tek bir amaç vardı… Öğretmenimi etkilemeliydim. Bunun için doğru şairi seçmem gerektiğine inanıyordum. Ne şiirin kendisi, ne de şiirin yansıttıklarıyla meşgul olmuştum…
Tahtaya kalktım:
-Nazım Hikmet Ran’dan, Henüz Vakit Varken şiirini sizlere okuyacağım, dedim.
Kendi aklımca, beni seyreden, beni dinleyen arkadaşlarımı bilgilendiriyor ve onları okuyacağım şiire hazırlıyordum.
Anında öğretmenim beni uyardı; “Şiir okumasının öncesinde şairin ismi söylenmez, eğer ki şair bilinen bir şair ise önden verilen bu bilgi, yüksek ihtimalle şiiri gölgeleyerektir. Önce şiir okuması yapılır, sahibi veya sahibesi şiir okumasının bitimini takiben anılır.”
Böylece şiir, onu işiten kulaklara, tüm çıplaklığı ile değmiş olur. Ne şairin büyüklüğü ile büyür, ne de diğer türlü…
O dönem tahta önünde tatmaya başladığım bu zevk, şimdilerde dost sofralarında hala benimle…
Dostlarımızla bir araya geldiğimiz sofralarda, yeri geldikçe, elime tabletimi veya kitabımı alıp okuma yapıyorum. Hatta eşim de bana müziğiyle katılıyor ve daha leziz bir hal alıyor.
Ama tabii, kesinlikle, şairin ismini baştan söylemiyorum…
Ah, buraya nereden mi geldim?
Timothy Ferris’in bir kitabını okuyorum… Tools of Titans…Ferris’in yapmış olduğu kısa röportajlara yer verdiği kitabında, Mike Maples diyordu ki;
“Hiçbir zaman kimin, kim olduğuna takılmadım… Siz de takılmayın… Her zaman ‘ne’ olduğuna bakın…”
Özne çoğu zaman bizleri yanıltabilir. Hafiflemeye, özneden vazgeçerek başlamak, objektif bakış açımızı dinç tutacaktır.
‘Kim’ olduğu üzerinden kurguladığımız tüm sohbetler, neyin ‘ne’ olduğundan bizi uzaklaştırır.
Hem ne güzel demiş, şair;
-Henüz vakit varken gülüm…
Henüz vakit varken;
Görmeyi, duymayı, inandığımız doğruların arkasında durmayı öğrenmeliyiz.
Öğrenmeyi, öğrenebilmeliyiz...
Sevgilerimle,