“On beş yaşında kalbimi öğrenmeye verdim.
Otuz yaşında ayaklarımı sıkıca yere bastım.
Kırk yaşında şüphelerden uzaklaştım.
Elli yaşında göğün emrini öğrendim.
Altmış yaşında sezgi yoluyla her şeyi kavradım.
Yetmiş yaşımda doğru olan şeylere zarar vermeden kalbimin isteklerini yerine getirebildim.”
Konfüçyüs’ün bu sözü; doğumdan ölüme giden yaşamlarımıza lineer bir kılavuz niteliğinde arşivlerimizde yerini saklı tutuyor. Yaş mevzuunu ilgi çekici buluyorum çünkü hayatın dosdoğru akmadığı dönemeçlerde zamansız öğretiler, bizlere vaktinden önce de kimlikler kazandırabiliyor. İşte o zaman ağacın kök daireleri manalarını bir anlamda yitirebiliyor. Böylesine geniş bir kabulle yaklaşıldığında her adımımızın ağırlığınca tartılması gerektiğini ilkeleştiren ‘quan’ ın bizlere yol gösterici olacağını düşünüyorum. Bugüne, erken veya geç demeksizin -her yaşın güzelliğiyle- iyiye sadık kalarak bir ‘junzi’ gibi değerlere sadık kalmanın izini sürmek gerektiğine inanıyorum. Aynı nehirde iki kez yıkanmayacağını bilenler; değerlerin birden fazla değişkenle, pragmatik olarak yeniden mana bulacağını da bilirler. İşte bu sebeptendir ki önemli erdemler söz konusu olduğunda sınırlar aşılmadığı sürece, küçük erdemler adına sınırları aşmak mübahlaşıyor olacaktır. Bu noktada en güzel soru; önemli nedir, küçük nedir üzerine olacaktır ki biraz da bu sebepten bir Junzi’ye kayıtsızca güvenmemek yerinde olacaktır. Çünkü bir Junzi; her an, antrenmanlı pratiklerle, kendisinin ve sevdiklerinin menfaatini kollayacaktır. Benliğin her zaman devam eden bir çaba olduğunu sırtladığımızda yarın daha iyi bir kişi olma ümidi can bulmaya meyilli hale gelecektir.
Sevgilerimle,