Aslı Şafak’ın, TEDx İstanbul’da (2020) dile getirdiği deyimiyle; insanın dünyaya getirdiği ilk ürünü olan kakası bizlere çok şey anlatıyor olmalıydı… Rengi, biçimi, kıvamı… İlk etapta, kulakta nüktedanlık uyandırsa da bugün, ikinci beyin olarak tanımlanan bağırsak ve onun semeresi oldukça mühim bir konu. Gerçi dün de öyleydi… 1539 yılı Fransa’sında; dönemin kralı, Versay’daki sarayından Paris’e doğru bir seyahate çıkar… Bir de bakar ki her yer kaka (!) Saraya dönmesiyle beraber bir ferman yayınlar ve buyurur : Herkes evinin arka bahçesine rögar çukurları kazayacak, hem hayvanlarına hem de kendilerine ait dışkılarını bu çukurlara gömecek; böylelikle şehir temizlenecek ve temiz kalacaktı. Bugünümüzün; herkes evinin önünü süpürse, sokaklar tertemiz olur misali yaklaşımı; micro yönetimden, macro yönetime doğru uzayan bir yol, yordam sunuyor… İşe yaramış mı derseniz, blbette ki yaramış… Şehir gerçekten de temizlenmiş. ‘History of Shit’ kitabında Dominique Laporte bu tarihsel anekdotu -birey olmanın- ilk adımı olarak yorumluyor. ‘Ben olmanın’ adının konduğu Descartes-vari bir bakış açısı… Bireyselliğimizin tarihini, bu olguyu refere ederek başlattığımızda 500 yıldan bahsediyoruz demektir. Yani, tam 500 yıldır bireysel olmaya çabalıyor’uzun altını çiziyor Aslı Şafak… Bu çabayı kaka üzerinden ele aldığımızda da insanın ürünleştirdiği tavrına, davranışına, katma değerine baktığımızda da sonucu aynı veya benzer sınıflandırıyorum : İnsanın kendinden olanı, kendine ait görmesi ve bir o kadar da kendinden uzakta tutmak istemesi -masada oturduğu yere bağlı olarak- konumsal bir çelişki yaratıyor. Kendimize benzeyen ile aramıza öyle mesafe koymuyoruz ki üzerinde hak talep edebiliyoruz veya kendimize benzeyeni öyle iyi tanıyoruz ki yanımızda tutmak (bir ipte iki cambaz) bile istemiyoruz. 'Dünyada yaşamın’ getirdiği bu olasılıklar zincirinin, iki yüzünün olma halini, her zaman için, bir zenginlik olarak görmeyi tercih ediyorum. Bir sıfatımı bırakıp, diğerini üstlenmeyi, zaman, mekan farklılaştıkça; değişimin içerisinde yeniden şekillenmeyi, yine, yeni bir ben olmayı, fırsatlar içeren bir serüven olarak buluyorum. Bizim kültürümüzde ise, tam tersi, ‘Sen çok değiştin.’ diye bir yargılama sistemi var. Erişkinliğe adım attığımız yaşlarda edindiğimiz karakteri, adeta bir taraftar edasıyla, mezara kadar götürebilmeye alkış tutuyoruz.
-Hiç değişmedi…
E, bravo (!)
Bir zamanlar Ertuğrul Özkök’ün benzeri bir üsluba, verdiği müthiş bir cevap vardı; onun değişken fikirlerini, omurgasızlıkla, suçluyorlardı… Özkök ise;
-Ben omurgamı dans etmek için kullanırım, diye yanıtlamıştı ona doğru esen rüzgarı… Konu ne idi, ne değildi önemli değil… Burada bahsi geçen isimlerin de ehemmiyeti olmamalı hatta… Maksat, ortaya koyduğunun, yarattığı etki alanını görebilmek… Orayı, burayı kokutmaksa yaptığın, bir dönüp kendine bakmak olmalı bence önceliğin… Çünkü birileri de güzelleştirmenin peşinde bir arayışta… Hayat seçimlerden ibaret diyoruz... Her yol ayrımı kim olduğuna çıkan bir kapıyı aralamanın tam karşılığı… Aradığını bulman, bulduğunu sevmen dileklerimle… 500 yıllık bireysellik tarihine 'bir Ben'i katabilenlere...
Sevgilerimle…