Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan, yapıtlar veren kimselerin; aynı zamanda, iç dünyalarına erişebileceğim kayıtlarının olmasını ve o izlerin peşinden gidebiliyor olmayı oldukça kıymetli buluyorum. Vincent van Gogh, benim için, bu isimlerin başlıcalarından… Ardında bıraktığı mektuplarla, neredeyse, günlük eylemlerine dahi erişebiliyor olmanın sıcaklığı ile orta derin ve derin meselelerine bile hakim olmanın mümkünlüğü dahilinde ‘tanışık’ hissedebiliyor olmak işten bile değil. Tarihsiz namelerin birinde anlatır :
"Ustaları inceleyip onları anlamaya çalıştık mı, bir an gelir ki hepsini realitenin kendisinde buluruz. Demek istiyorum ki, onlar gibi görmeye, onlar gibi duymaya alıştık mı, onların yarattıklarını gerçekte var olan nesneler gibi görürüz. Ayrıca da şuna inanıyorum ki sanat eleştiricileri ve meraklıları; doğayla daha yakın bir alış veriş kurmuş olsalardı, resimler arasında yaşamak ve yalnız resimleri birbirleriyle kıyaslandırmakla yetindikleri bugünkü yargılarından daha sağlam yargılar edinebilirlerdi. Resimlerle sürekli alış veriş çok iyi şey tabii, ama doğanın varlığını unutacak ve derine gitmeyecek olursak sağlam bir temele dayanamayız. İleride daha güzel bir şey yaparsam, herhalde şimdi çalıştığımdan başka türlü çalışmış, olmayacağım, demek istiyorum ki elma aynı elma olacak, yalnız daha olgun olacak; ilkinden beri düşündüklerimde bile bir değişiklik olmayacak. Onun içindir ki kendim için şöyle düşünüyorum: hiçbir değerim yoksa bugün, ileride de bir değerim olmayacaktır, ama ileride bir değerim olacaksa, bugün de vardır demek. Buğday buğdaydır çünkü şehirliler başlangıçta onu görüp de çimene benzettikleri halde. Buğday için söylediğimiz çimen için de geçerlidir. Her neyse, elâlem yaptığımı ister iyi ister kötü bulsun, yapma tarzımı ister eleştirsin ister eleştirmesin, ben kendi hesabıma doğayla bana sırrını açacağı güne dek cebelleşmekten başka çare bulamıyorum. Çeşitli baş ve el etütlerine çalışmakla devam ediyorum.”
Başkalarının övgüsüne aç bir şekilde yaşamını sürdürmenin içimizdeki benlik olgusunu zedeleyeceğini, bu satırlarla teyit edebiliyoruz . Pek çok onay vericinin karşılığı, bağımsızlığımızı kaybetmemize yol açar. Kendi doğrumuzu yaşamaya çalışırken, bireysel çabalarımızın farkına varmak ve artı’larımızı övebilmenin şımarıklık değil, bir hayat duruşu olduğuna inanıyorum.
“En ufak çabanızı dahi atlamayın” diye uyarır David Burns, “hepsini ya kağıda ya da aklınıza not alın ve kendinizi övün. " Yine benzer bir çizgide olan Nietzsche de;
“Başkaları tarafından övüldüğümde endişelenirim, kendi yolumda mıyım diye...” diyerek,
-Hakkımda ne düşünüyorlar- sorunsalına kuvvetli bir püskürtme yapar.
Yaşam, zaman zaman, kendi sırtını sıvazlayabilmenin kapılarını arayabilmek adına türlü ‘senaryolar’ ile bizleri bir ‘mesai’ de buluşturur. Bu dönemleri kendine dönebilmek ve dinlemek adına çokça mühim ve sonucu bakımından da verimli buluyorum. Theo’ya Mektuplar kaynağımdan alıntıladığım bu mektupta, Vincent; hesaplaşmasını ancak ve ancak kendi tarafınca kurduğu bir bütün içerisinde değerlendirerek, bireysel doğruların ve yanlışların ayırdına varabilmenin önemine değinir.
-Buğday, buğdaydır çünkü.
Elbette ki zamanla olgunlaşacaktır ancak dün ne ise bugün de ‘o’ olmayı sürdürecek, kendinden vazgeçmeyerek yolculuğuna, yolculuk katacak ve zaman ve yargılardan bağımsız, en kesin suretli değer olan hakikatin safında yer almaya devam edecektir.
Sevgilerimle,