“Aynı kişi olmanı bekliyorlar : Aynı düşman. Aynı sevgili. Aynı çocuk. Aynı yazar. Aynı isyancı. Aynı çizer. Aynı amatör. Aynı tanıdık. Aynı yabancı. Seni ‘öyle’ tanımış olanlar, seni hep ‘öyle’ görmek istiyor : Halbuki eski düşmanların bile en temel stratejik hatasıdır ‘seni hala -o- kişi sanmaları’.” demiş Ozan Önen… Hiçbir insan durduk yere değişmiyor. Bir şeyler oluyor; olanlar, ya bir şeyler katıyor ya da bir şeyler götürüyor ama daha önce de yazdığım gibi; zaman girdiği her denklemi, muhakkak, yeniliyor : Zamanla trajediye dönüşen komediler, zamanla komediye dönüşen trajediler… Bütün bunların ardından ise bir yetişkin olarak, öngörülebilir davranmakla yükümlü olmanın ağırlığı geliyor… Aynı bulunmakla sorumlu olmanın sıkışıklığı…Esasen işin aslının bu olmadığı, her birimizin içindeki çocuğun aşina olduğu bir gerçek ama değişime hazır olmayanlarımızın, değişime cesaret edemeyenlerimizin direttiği tabularımızın olduğu da bir o kadar gerçek… Her şey kolay olmadan önce zordur; ancak unutmamalıyız ki hayatı kolaylaştıran da, zorlaştıran da insanlar. İnsanlarımız… Hayatımıza aldıklarımız… Hayatımıza girmelerine izin verdiklerimiz… Hayatımızdan çıkarmayı beceremediklerimiz… Sınır koymadıklarımız… Onların ihlallerine yakınıp şikayet etmektense, Bizler insanlığımızı güçlü kılıyor ve karar veriyor olmalıyız… Taraf olmaksızın, değişimin kendini gerçekleştirmesine izin vermeliyiz… Belki de bu, yapabileceklerimizin en iyisidir… İnsanca olmanın daima bir yolu olmalı… Her gece yastığa başımızı koyduğumuzda, bize kendimizi insan hissettirecek şeyler yapabilmenin bir yolu… Ondan veya bundan yana olmadan, ben olabilmenin ve ben kalabilmenin bir yolu…
Ben’den doğan biz’lerin bir ihtimali olmalı…
Sevgilerimle,