İdare Edemem

post-title

Yılını tam olarak hatırlamıyorum. Açıkçası dönüp bakma gayretinde bulunmadım bile. "İdare edemem anne” küçük bir çocuğun milyonlara malzeme, dillere de pelesenk olmuş yakarışı haline gelmişti… Üzerinden haylice esprili dialoglar kurulmuştu. Güldük geçtik ama… İdare Etme’nin, kültürümüzün böylesine yerleşik bir tutum ve davranışı olduğunu görebilmiş miydik- biraz buna eğilelim istiyorum : hayat; tamamen kontrolümüzde olan ve tamamen kontrolümüzde olmayan bir gerçeklik -düalite- Bu dinamiğin içerisindeki hareketlilik, kimi zaman, bizim dışımızda seyrettiği vakit ‘idare etmemiz’ gereken sonuçlar açığa çıkıyor. En azından idare etmemiz gerektiğine inandığımız… Peki bu, gerçekten böyle mi ? Yönetemediğimizde, idare etmek tek opsiyonumuz mu ? Aristoteles’in; “Boşuna kendinizi kandırmayın, ‘sürekli’ yaptığınız şey ne ise siz osunuz.” diye bir söylemi var… Bu felsefenin, başlı başına samimiyeti ve şeffaflığı açığa vuran bir etik zinciri anlattığına inanıyorum ve aslında idare ettiklerimizin, bizim kimliklerimizi yansıtmayan fiillerden ibaret olduğunu düşünüyorum. Erdemli olanın, yapılması gerekeni yapmaktan geçtiğini ve bunu en iyi şekilde yapmanın da makbul olduğunu, şahsi kanaatımla yorumluyorum. Benim özgürlük anlayışım; istediğimi yapmaktan ziyade, istemediğimi yapmamaya daha yakın bir yerde duruyor. Çünkü ‘istediğini yapmak’ bende her zaman için açgözlü ve doymamış bir izlenim bırakmıştır. Hatta bu gevşekliği benimseyenlerden de kaçınmışımdır. Uzaktan uzağa şahit olduklarım bile beni iğrilte etmeye yetiyor. ‘İdare etmiyorum’ yani… Dediğim gibi; özgürlüğüm, aynı zamanda da lüks anlayışım, idare etmemek… Yönetebilmeyi, var olmamasına tercih eder olmak… Şükür hayatımda olana ama daha da büyük şükür hayatımda olmayanlara. Teşekkürler 'o günün' küçük çocuğuna !

İdare etme-menin hafifliği ile kalmanız dileğimle,

Sevgilerimle,

E-Bülten

Aboneliği