Duy Beni

post-title

Mevlana’nın ünlü deyişi der ki;

"Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz,

Eskici bağırır, antikacı bağırmaz,

Söyleyecek sözü, fikri değerli olan bağırmaz,

Bağıran düşünemez, düşünmeyen kavga eder…”

Düşünen zihinlerin, kıymeti olmayan kavgalara girmeyeceği, tartışmasız bir gerçeklik olsa gerek.

Zaten zaman ile harmanlanınca da bütün bağırış, çağrışların esamesi okunmaz hale geliyor.

Ancak, itiraf etmeliyim ki her zaman için öfkemizi kontrol altında tutmak, maalesef ki, kolay bir şey değil, benim açımdan da…

Yer yer; insan, zaaflarına yenilebiliyor ve sesini duyurmak istercesine çareler arayabiliyor.

Hatta bir rivayete göre, Hintli bir düşünür; yükselen sesleri, uzaklaşan kalplerin birbirine yaklaşma, birbirine ulaşma gayreti olarak değerlendiriyor.

Gönülden kabul etmeye meyilli olduğum bu yorum, oldukça güzel niyetli bir pencereden bizlere cevap sunar gibi…

Sizce de öyle değil mi ?

Öz eleştiri ile kendime yaklaştığımda fark ediyorum ki -sesli- seslenişlerimin ardında, kendimi ifade etme kaygılarımla karşılaşıyorum.

Anlaşılmama, duyulmama…

Ve susmamayı tercih ediyorum.

Sessizleşmemeyi…

Ne zaman işlerin yolunda gitmediğini hissetsem, yoldan değil, dinginliğimden vazgeçiyorum.

Hararetimi harlıyorum…

Çünkü beni asıl ürküten, sessizlik…

Hiçbir mesafenin, iki insanın suskunluğundan daha uzak olabileceğine inanmıyorum…

Bununla beraber sağlıklı diyaloğu olan iki insanın da arasına kimsenin girmeyeceğine inanırım…

Birbirimizi duyabildiğimizin ötesinde, dinleyebildiğimiz,

Dinleyebildiğimizin ötesinde anlayabildiğimiz,

Anlayabildiğimizin ötesinde ise sevebildiğimiz günlerde buluşmayı diliyorum…

Sevgilerimle,

E-Bülten

Aboneliği