İşte benim en sevdiğim bölüme geldik... En çok kendimi bulduğum... En çok içime sinen... Bir kelimeden çok, bir tavır, bir duruş ve bir yandan da sadece bir kelime... Geçtiğimiz hafta, -evet- demenin sanatı-nı anlatırken, ardından -hayır deme sanatı-nın da geleceğini belirtmiştim... Anlamakta güçlük çektiğim bir biçimde,
-Hayır, demek toplumumuzda aksi bir ifade gibi yorumlanabiliyor ve ilginçtir ki, -hayır- cevabı almaktan rahatsız olabiliyoruz. Bu tespitin kök sebeplerini, tüketime meyilli bir mizacımız olması ile ilişkilendiriyorum. Daha fazlasını istemeye, daha fazlasını yapmaya teşvik edilen motivasyonlarımız, ilişkilerimize de benzer baskıyı yaratmakta. Sosyal alışverişte bulunduğumuz sohbetlerimizden de beklentimiz, kabul ve itaat üzerine kurulu olduğundan dolayı -hayır-ın hayrını maalesef ki göremiyoruz. Kişinin söylemlerinin, muhakkak ki, kendi iç dünyası ve ihtiyaçları ile ilgili olduğunu biliyoruz ancak bunun ötesinde; kişinin kendine ve belirlediği öz değerine, daha genel bir çatıda, bireysel sınırına hizmet eden bir yardımcı tümce olarak konumlandırabiliriz Hayır'ı. Taşıdığı anlamından da kolaylıkla fark edebileceğimiz gibi,
-Hayır-larımızda 'hayır' var...
Hürmet ve dengenin konuşarak inşa edileceğine inandığım ilişkilerimizde kelimelerimizi özenle seçmemizin ve kullanmamızın gerekliliğine dikkat çekmek isterim. Reddettiğimiz her davranış, reddettiğimiz her bakış açısı; bizleri öz saygınlığımıza daha da yaklaştırıyor olacaktır. Bir kişinin kendine yapabileceği en büyük yanlış, kendini görmezden gelmek olacaktır... Bizi, bize yaklaştıracak her tavrı, her mantaliteyi özümsememiz gerektiğine inanıyorum. İçimizden geçen bir Hayır'ın dışa vurulması ve görevini yerine getirmesine izin vermeli ve kendimize, kendimiz olma yolunda cesaret vermeliyiz. Hakkını gönlümüzce verdiğimiz / veremediğimiz yaşamlarımızdan sadece bizlerin sorumlu olacağını unutmamalıyız. İç huzurumuzu korumayı önceliklendirdiğimiz benci (bencil değil) ömürler diliyorum.
Sevgilerimle,