"Bana mutluluğun resmini yapabilir misin, Abidin ?"

post-title

"...Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ? İşin kolayına kaçmadan ama...

...Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?

1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin ?

...Anlatsaydık;

O günlerden, geçmişten, gelecekten,

Ne günler biterdi,

Ne geceler…

Dinerdi tüm acılar seninle

İşte o zaman Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

Buna da ne tual yeterdi;

Ne boya…"

Nazım Hikmet'in Saman Sarısı şiiri ve Abidin Dino'nun da cevaben yazdığı dizeleri paylaşarak başlamak istedim. Nazım Hikmet; 1961 yılında her zamanki düzen kurma çabasında olan tavır ve tutumunu Küba'ya giderek, oraya da taşımış ve dünya tarihine 'Domuzlar Körfezi' olarak geçen çıkarmanın ardından bu dizeleri yazmıştı. Soğuk savaş dönemine ait bu anekdotu paylaşmak, geçtiğimiz günlerde Acar Baltaş'ın bülteninde, bu büyük politik kriz üzerinden Küba tarihi incelemesi yapması üzerine aklıma geldi. Baltaş, bu sürecin devamında gelişen 'Grup Düşüncesi' kavramın gelişimine değiniyordu : Grup temsil ettiği gücü ve kendi potansiyelini olduğundan çok daha yüksek değerlendiriyor. Rakibin gücünü ve potansiyelini olduğundan çok daha yetersiz ve değersiz görüyor. Yönetici çoğunlukla kendi kararının yönünü belirtiyor. Bu durum grup üyelerini başkana paralel düşünmeye yöneltiyor. Riskler yeterince değerlendirilmiyor. Reddedilen seçenekler üzerinde tekrar bir değerlendirme yapılmıyor. Eldeki bilgiler grubun eğilimini destekleyecek şekilde yanlı seçiliyor. Fikir birliği önemseniyor. Gruptan farklı düşünenler, grup tarafından dışlanmamak için kendi düşüncelerine sansür uyguluyor. Grup çok kere birbirine benzeyen insanlardan oluşuyor ve bu homojenlik üyelerin paralel görüş geliştirmesini kolaylaştırıyor. Bizim gibi yakın ilişkilerle birbirine bağlı Akdeniz kültürüne sahip toplumlarında, grup olma hali bir hayli önem taşıyor. Birbiriyle uyum içerisinde ortak akıl ile ilerleniyor ve tabii ki böyle birlikteliklerde, illa ki, bir lider ve onu takiben gelen grup üyelerinin olduğu bir tablo ortaya çıkıyor. Bu yönde bir devamlılık sağlamak adına; uzlaşma, kaçınılmaz bir şart oluyor. Baltaş, ilgili tarihi olayı yorumlarken Harbor Baskını, Nazi - Sovyetler Birliği Cephesi, Vietnam Savaşı örneklerini de ekliyor ve bahsi geçen operasyonun, bir balon gibi şişmesinin ardında, kavramın -Grup Düşüncesi / Groupthink- getirilerinden; grup üyelerinin, bir olabilmek ve bir hareket edebilmek adına- nasıl da yanlış doğrultuda ilerleyebilecek olduğunun altını çiziyordu. Buradan yola çıkarak; kendimizi, macro düzlemden micro düzleme taşırsak eğer : Değinmek istiyorum ki bireysel tarihimizde de bunun benzer olasılıkları mevcut. Bir arada olma ile bir olmayı birbirine karıştırdığımızı düşünüyorum. Sevdiklerimizle, bizi sevenler ile yan yana olmak, paylaşım içerisinde olmak kadar besleyici bir ilişki dinamiği olamaz... Ancak, birleştiğimiz kadar ayrıştığımız kesitleri de oldukça değerli buluyorum. Hatta belki de daha değerli... Çünkü, ayrıştığımız her küme/kümeciğin, bir nevi, özgünlüğümüzü yakaladığımız alanları doğurduğunu düşünüyorum. Fikir birliğinin gücü yadsınamaz tabi... Ama bir yandan da bireyin kendi gücünü keşfedebilmesi için kendi duruşunu sergilemeye ihtiyaç duyduğuna inanıyorum. 'Ben' olabildikten sonra 'biz' olmak; tam anlamıyla; bizleri, 'bir arada olma' haline taşıyor. Bir arada olmanın bütün fırsatlarını yakalıyor, öteki taraftan da kişisel fikirlerimizi, bize ait duygularımızı yansıtan davranışlarımızı sergileyebilme özgürlüğünü elde ediyoruz. Hepimizin; ilişkilerimizi -belki biraz daha- bu perspektif ile sorguladığımız, 'bir arada' olduğumuz grubun neresinde konumlandığımızı yeniden değerlendirdiğimiz, sürünün içerisinde bir koyun olmaktan veya bir sürüye çobanlık etmekten öte bir seviyede, her birimizin ayrı ayrı değerleriyle var olduğu bir 'çiftlik üyesi' olduğumuz bir çevreye sahip olması dileklerimle...

Böylece her birimiz; mutluluğun resmini, özel hayatlarımızda da kolaylıkla çizebilir olacağız.

Sevgilerimle,

E-Bülten

Aboneliği